Babil Kulesi: Ontolojik Kibirden Dijital Sessizliğe
Giriş: Hafıza, Mit ve İsyan
Mezopotamya’nın verimli topraklarında yükselen Babil, zamanla yalnızca bir şehir değil; Tanrı’ya karşı kolektif bir meydan okumanın da simgesi hâline gelmiştir. Halkın, Tanrı’ya ulaşmak ve onun otoritesini aşmak amacıyla göğe doğru yükselttiği kule, insanlığın sınır bilmezliğinin ve nihai olarak dağılmayla sonuçlanan birlik arzusunun sembolüdür.
Bu anlatı, yalnızca kadim bir efsane değil; insanın ontolojik sınırını, dilin kırılgan doğasını ve ilahi müdahalenin anlam boyutunu ortaya koyan çok katmanlı bir yapıttır. Babil Kulesi, bu bağlamda hafızaya kazınan bir uyarı, teolojik bir eşiktir.
İnşa Etmek: İnsanlığın Tanrısal Sınırı Zorlaması
Bazı yapılar, yalnızca taş ve harçla değil; düşünce ve niyetle inşa edilir. Babil Kulesi, beşerî aklın mutlaklaşma arzusunu sembolize eden bir yapı olarak öne çıkar. Mezopotamya’nın kurak topraklarında yükselen bu kule, Tanrı’ya ulaşma arzusunun değil, Tanrı’nın yerine geçme niyetinin sembolü olarak okunur.
Kutsal metinlerde anlatıldığı üzere, insanların tek bir dilde birleşerek Tanrı’ya karşı kolektif bir güç oluşturması, ilahi düzen açısından bir tehdit olarak algılanır. Bu nedenle Babil, sadece bir mimari yapı değil; tektanrılı teolojide sınırların aşılmasına yönelik bir uyarıdır.
Tanrı’nın Müdahalesi: Öldürmek Değil, Anlamı Dağıtmak
Tekvin 11. bölümde yer alan kıssada, Tanrı’nın müdahalesi doğrudan yok edici değil; anlamı çözerek işlevsizleştirici bir formdadır. Dillerin karıştırılması, iletişimi değil; anlamın kendisini hedef alan bir eylemdir. Bu müdahale, ontolojik bir dağılmaya yol açar.
İnsanlar artık yalnızca birbirlerini değil, Tanrı’yı da farklı isimlerle anmakta; anlam çoğullaşmakta ve mutlaklık iddiası çözülmektedir. Bu, aynı zamanda dinî çoğulculuğun ilahi temellendirmesi olarak da değerlendirilebilir.
Yahudi Teolojisinde Babil: Kopuş, Sürgün ve Seçilmişlik
Yahudi kutsal tarihinde Babil yalnızca bir kule değil; aynı zamanda sürgün, hafıza ve yeniden inşa edilen bir teoloji alanıdır. M.Ö. 586 yılında gerçekleşen Babil sürgünü, Yahudi toplumunun Tanrı’yla ilişkisini yeniden sorguladığı bir kriz alanı olarak öne çıkar.
Tapınağın yıkılması, vahyin kesilmesi ve Tanrı’nın görünür düzlemden çekilişi, bu sürecin teolojik bağlamını oluşturur. Bu noktada İbrahim’in göçü, Babil’in merkeziyetine karşı geliştirilen bir yürüyüşe dönüşür. İlahi hakikat artık kulede değil; çölde, çadırda ve yürüyüştedir.
İnşa ve Yükselme: Teknik Arzunun Teolojik Boyutu
Babil Kulesi’nin pişmiş tuğlalarla yapılmış olması, doğal olandan saparak insan yapımı olanın yüceltilmesini temsil eder. Bu yönüyle kule, teknik ve kültürel ilerlemenin Tanrı’ya karşı bir araç hâline gelişi olarak okunur.
Modern dünyada da benzer yapılar farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Gökdelenler, veri merkezleri, algoritmalar ve yapay zekâ ağları, artık fiziksel yükseklikten ziyade sembolik bir tanrılık iddiası taşımaktadır. Bu yönelimin metafizik boyutu, geçmişteki kuleyle ortak bir kibir zeminine oturmaktadır.
Modern Babil: Anlamın Krizi ve Küresel Sessizlik
Bugünün Babil’i artık taşla değil; veriyle, tuğlayla değil; kodla örülmektedir. Küresel düzlemde tekdilliliğe yönelen dijital sistemler, dili işlevselleştirirken anlamı boşaltmakta; bireyleri aynı ağda ama farklı evrenlerde yaşamaya zorlamaktadır.
Konuşulan ama anlaşılmayan, görünür ama görünmeyen, merkezî ama yönsüz bir yapı içinde, modern insan dağılmış bir anlamın içinde yolunu kaybetmektedir. Tanrı’nın dilleri karıştırmasına gerek kalmaksızın, insanlar kendi elleriyle semantik bir felaketin eşiğine sürüklenmektedir.
Tanrı’nın Sessizliği: Yokluk mu, Yeni Bir Mesaj mı?
Yahudi geleneğinde Babil sürgünü, Tanrı’nın suskunluğu ve halkın yalnızlığıyla tanımlanan bir dönemdir. Bu sessizlik, bir yokluk değil; yeni bir teolojik oluşun başlangıcıdır. Tanrı, bu dönemde yüksek yapılardan değil; bireysel sadakat ve arayış içindeki yolculardan yana tecelli eder.
Bu bağlamda sessizlik, ilahi terk ediş değil; insanın özüne dönüş çağrısıdır. Babil yıkılır, fakat ardında yeni bir ahit doğar. Bu, merkezî değil; hareketli, sabit değil; arayışa açık bir Tanrı anlayışının zeminidir.
Son Soru: Kuleyi mi İnşa Ediliyor, Yoksa Yürüyüşe mi Çıkılıyor?
Her çağ kendi Babil’ini kurar: teknolojiyle, ideolojiyle ya da bilgiyle. Sorulması gereken esas soru şudur: Bu yapının bir tuğlası mı olunmakta, yoksa anlam arayışıyla yeni bir yürüyüşe mi çıkılmaktadır?
Kolektif kibirle yükseltilen dijital kuleler arasında yönünü kaybetmiş birey, belki de İbrahim gibi yola çıkmak zorundadır. Babil’in çöküşü yalnızca geçmişe ait bir hikâye değil; bugün yaşanmakta olan bir metafizik krizdir.
Sonuç: Hafızanın Kalıntılarında Yeni Bir Dil Arayışı
Babil’in yıkımı, bir son değil; çokluk içinde anlamı yeniden kurma çağrısıdır. Günümüzde yaşanan dijital tekdüzelik ve semantik çöküş, bu anlatının modern izdüşümüdür.
Yeni bir dil mümkün müdür? Çok sesli, birbirine yönelen, ahit temelli bir iletişim zemini yeniden kurulabilir mi?
Kuleyi yeniden inşa etmek yerine, çadıra yönelmek ve çöldeki sessizliği anlamaya çalışmak, belki de insanlığın en derin yürüyüşüdür.
Bu metin bir tuğla değil; yola davettir.
Bir yanıt yazın