Diktatörlerin Mutfağında Kayıt Altına Alınan Sessizlik
Diktatörler kendilerini kürsülerde, balkonlarda, askerî törenlerde gösterir; fakat onların gerçek yüzü hiçbir zaman alkışların ortasında değildir. Bir ülkeyi çökerten iradenin nabzı, çoğu zaman kimsenin duymadığı bir mutfakta atar. Tencerelerin kaynadığı, tabakların dizildiği, korumaların gölgeler gibi dolaştığı o görünmez odalar; tiranların korkularının ve zaaflarının tutulduğu kara kutulardır.
Polonyalı gazeteci Witold Szabowski, Bir Diktatör İçin Yemek Pişirmek adlı sarsıcı çalışmasıyla bu karanlık odaların kapısını araladı. Saddam Hüseyin’in aşçısı Ebu Ali, Enver Hoca’nın yıllarca yanında sessizce çalışan K., Pol Pot’un mutfağında korkuyla yemek pişiren Yong Meun, Castro’nun mutfak ekibi… Hepsi bu kitabın satırlarında konuştu.
Ve onların anlattıkları, tarihin kanlı sayfalarına düşen en samimi itiraflar hâline geldi.
Bu röportajlarda ortak bir duygu var:
Diktatörler herkesin üstünde durduklarını söyler, ama en çok kendi tabaklarından korkarlar.
Bugün o korkunun gölgesinde bir isim daha beliriyor:
Beşşar Esed.
Suriye’nin sokaklarında bombalar patlarken, şehirler harabeye dönerken, çocuklar açlıkla gölgeleriyle yarışırken Esed’in saray mutfağında nasıl bir sessizlik hüküm sürüyor, hiç düşündünüz mü?
Orada bir tabak etin masaya gelişinden önce geçen zaman, belki de bir halkın kaderinden daha fazla denetimden geçiyor.
Saddam’ın aşçısı Ebu Ali, Szabowski’ye “Her tabak bir ihtimaldi: ya yemek ya zehir” derken yüzündeki tedirginliği gizleyemiyor.
Esed’in mutfağında bu ihtimalin her gün yeniden düşünülmediğini kim iddia edebilir?
Halkının üzerine varil bombaları yağdıran bir liderin, kendi kaşığındaki çorbaya kuşkuyla bakması kadar ironik bir sahne olabilir mi?
Suriye’de insanlar bir lokma ekmek için kuyruğa girerken, saray mutfağında bir parça meyvenin bile ışığa tutulup incelendiğini düşünmek, bir ülkenin nasıl iki ayrı evrende yaşadığını gösteriyor.
Sarayda korku, sokakta ölüm; iki tarafı birbirine bağlayan tek şey ise ölçüsüz bir iktidar tutkusu.
Witold Szabowski’nin konuştuğu Enver Hoca’nın aşçısı K., liderin diyabet diyetini anlatırken hâlâ ürperiyor.
“Her şey tartılırdı; yalnızca yemek değil, aslında nefesimiz bile” diyor.
Bu cümle, diktatörlük düzeninin mutfakta bile nasıl bir titizlikle işlediğini somut bir fotoğraf gibi ortaya koyuyor.
Pol Pot’un aşçısı Yong Meun’un pirinç çorbasını tarif ederken sesinin kısılması, yalnızca bir yemek tarifi değildir; milyonlarca insanın açlıktan öldüğü Kamboçya’da iktidarın nasıl bir dilsizlik yarattığının acı bir yankısıdır.
Bu sesler bugün Şam’a doğru uzanıyor.
Esed’in sarayında pişen bir tencere, Suriye’nin sessiz kalan çığlıklarını bastırmak için kaynıyor olabilir.
Her kaşık, kimyasal saldırıların geride bıraktığı sisin arasından geçiyormuş gibi ağır bir utanç taşıyor.
Diktatörlerin açlığı hiçbir zaman midede değildir; onlar en çok güvenliğe açtır.
Bu yüzden tabaklarını titizlikle denetlerlerken, halklarını göz kırpmadan açlığa mahkûm ederler.
Saddam’ın mutfağı doluyken Iraklıların karneyle yaşaması, Enver Hoca’nın porsiyon hesaplatırken ülkesini elektriksizliğe gömmesi, Pol Pot’un pirinç çorbası içerken Kamboçya’nın yarısını toprağa gömmesi tesadüf değildir.
Esed’in sofrasındaki steril düzen ile Suriye sokaklarındaki kaotik çöküş de aynı zincirin halka halkaya ilerleyen bir resmidir.
Ve asıl soru şudur:
Bir diktatörün mutfağındaki sessizlik, bir ülkenin suskunluğunu ne kadar süre daha örtebilir?
Tarih, tiranların gücünü değil, tencerelerin fısıldadığı hakikati kaydeder.
Saddam’ın tenceresi bir gün sustu.
Enver Hoca’nın tartıları durdu.
Pol Pot’un pirinci soğudu.
Esed’in mutfağında da ateş söndü.
Suların durulması bekleniyor
O gün geldiğinde Szabowski’nin kitabında konuşan aşçılar gibi, bugün susanlar da konuşacak.
Ve onlar belki şöyle diyecek:
“Biz öldürmedik; ama katilin gölgesinde hayatta kalmaya çalıştık.”
İşte o zaman Esed’in sofrasında duran her tabak, tarihin kara sayfasına kazınacak bir utanç vesikası hâline gelecek.
Çünkü mutfaklar yalan söylemez.
Yalnızca diktatörler söyler.

Bir yanıt yazın