ATAERKİL HAFIZANIN DİLDEKİ İZLERİ

ATAERKİL HAFIZANIN DİLDEKİ İZLERİ

Kadına yönelik şiddet yalnızca fiziksel ya da hukuki düzeyde değil; dil, kültürel anlatılar ve toplumsal hafıza aracılığıyla da üretilmekte ve kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Türkiye’de nesiller boyunca dolaşımda olan birçok atasözü, kadın bedeni ve kimliği üzerinde doğrudan ya da dolaylı biçimde baskı ve şiddeti meşrulaştıran kültürel kodlar içermektedir. Bu söylemlerin eleştirel bir yaklaşımla incelenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde kültürel alanın da dönüştürülmesi gerektiğini göstermektedir.

Dil Masum mudur, Yoksa Hafızayı Taşıyan Bir Tahta mı?

Atasözleri, toplumların tarihsel birikimlerini, normlarını ve değer yargılarını özetleyen yoğun ve kalıplaşmış anlatım biçimleridir. Ancak bu özlü sözlerin bir kısmı, kadını edilgenleştirerek, erkeği norm koyucu ve iktidar sahibi olarak tanımlayan ataerkil bir zihniyeti yansıtır. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Kadının sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” ve “Kocanın vurduğu yerde gül biter” gibi ifadeler, yalnızca bireysel eylemleri değil; bu eylemlerin kültürel meşruiyet zeminini de temsil eder.

Kadın Kimdir: Kutsal Ana mı, Terbiye Edilmesi Gereken Nesne mi?

Kadına yönelik şiddetin kültürel temelinde, dilsel olarak inşa edilmiş ve meşrulaştırılmış cinsiyetçi normlar bulunmaktadır. “Ana gibi yar olmaz” ve “Yuvayı dişi kuş yapar” gibi ifadeler, kadını yüceltilmiş annelik rolüyle idealize ederken; “Kadının iyisi dövülür, kötüsü kovulur” ya da “Dövülmeyen kadın tımarsız attır” gibi söylemler, fiziksel şiddeti bir “terbiye” yöntemi olarak sunar. Her iki grup da kadını özne olmaktan çıkararak, erkek referanslı bir toplumsal sistemin nesnesi hâline getirir.

Coğrafyaya Göre Şiddetin Sözlüğü Değişir mi?

Türkiye’de atasözleri, coğrafi bölgelere göre farklı şiddet biçimlerinin kültürel meşrulaştırıcısı konumuna gelebilmektedir. Doğu Anadolu’da “On beşinde kız ya erde ya yerde” sözü, erken yaşta zorla evlilikleri ve töre cinayetlerini kültürel bir norm haline getirir. Karadeniz bölgesinde “Giyen hamalsa, diken hanımdır” söylemi, cinsiyet temelli emek hiyerarşisini yeniden üretir. İç Anadolu’daki “Karı kısmının aklı bir karış” ifadesi ise, kadınların entelektüel yeterliliklerini küçümseyen bir algıyı besler. Bu tür söylemlerin sahaya dayalı kültürel çalışmalarla incelenmesi, ataerkil söylemin bölgesel değişkenliğini daha görünür kılacaktır.

Devlet Dili Temizlerse Toplum Temizlenir mi?

2010 yılında Türk Dil Kurumu, kamuoyu baskısı ve toplumsal farkındalık doğrultusunda kadınları aşağılayan birçok atasözünü sözlüklerinden çıkardığını duyurmuştur. “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” gibi ifadelerin resmî literatürden çıkarılması, sembolik bir adım olmakla birlikte, kültürel dönüşümün devlet düzeyinde de tanındığını gösterir. Ancak bu tür revizyonlar, yalnızca sembolik değil; aynı zamanda yapısal ve sürekli bir politikaya dönüşmediği sürece, kalıcı bir dönüşüm sağlamaz. TDK’nin bu hamlesinin yanı sıra MEB, RTÜK ve Diyanet gibi kurumların da kültürel söylem dönüşümüne yönelik adımlar atması gerekmektedir.

Şiddetin Öncesi: Sözle Kurulan İktidar

Şiddet, yalnızca fiziksel bir eylem değil; aynı zamanda onu olanaklı ve meşru kılan dilsel yapılarla kurulan bir iktidar ilişkisidir. “Dayak cennetten çıkmadır” gibi sözlerle büyütülen bireyler, şiddeti yalnızca doğal değil, aynı zamanda gerekli bir davranış olarak içselleştirebilir. Bu nedenle, toplumsal şiddetin önlenmesi yalnızca cezai yaptırımlarla değil; kültürel söylemin, medya dilinin ve eğitim içeriklerinin yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olabilir.

Yeni Sözlük: Adaletin Dili Nasıl Kurulur?

Atasözleri ve deyimler, toplumsal belleğin en dirençli katmanlarını oluşturur. Ancak bu belleğin içerdiği cinsiyetçi ve şiddeti romantize eden öğeler, artık eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir. Kadına yönelik şiddetle mücadele yalnızca hukuki değil; aynı zamanda dilsel, kültürel ve zihinsel bir mücadele alanıdır. Bu bağlamda “Kadın insandır, şiddet suçtur”, “Kadını döven adam değil, zanlıdır”, “Dilini düzelt ki elin kanamasın” gibi yeni ifade kalıpları, yalnızca dilde değil, toplumsal algıda da bir dönüşümün kapısını aralayabilir.

Toplumsal barışın dili, eşitliğin sözlüğünden doğar. Bu nedenle, geçmişin şiddet mirasını yeniden üreten değil; geleceğin adalet dilini kuran bir söz dağarcığına ihtiyaç duyulmaktadır. Örneğin, okullarda öğrencilere toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine eğitsel materyaller sağlanmalı; medya organları, kadın temsiline dair yeni etik kodlarla yapılandırılmalıdır.

Share this post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir