Hacıyatmaz Kuşağı
Gündelik hayatın sıradan bir oyuncağı gibi görünen hacıyatmaz, aslında toplumsal yapımızın en dikkat çekici alegorilerinden birine dönüşmüş durumda. Basit görünüşünün ardında saklı olan mesaj açıktır: Hangi yöne iterseniz itin, sallanır ama yere düşmez. Sağa kayar, sola eğilir, öne devrilir, arkaya savrulur; fakat hiçbir kök salmaz, hiçbir istikamete yönelmez. Olduğu yerde kısır bir devinimle salınır durur.
Bugünün kuşaklarından bir kısmı tam da bu oyuncağın kaderini paylaşmaktadır. Bir gün İslamcı görünür, ertesi gün seküler; bir sabah devrimci nutuklar atar, ertesi akşam sağcı muhafazakâr bir söyleme sarılır. Peki, bu hızlı dönüşümler esnekliğin göstergesi midir, yoksa köksüzlüğün ve ilkesizliğin cilalı yüzü mü? Asıl soru şudur: Kökü olmayan bir ağaç, fırtınaya ne kadar dayanabilir?
Köksüzlüğün Maskesi
Görünürde uyumlu, içerideyse boş bir varoluş biçimiyle karşı karşıyayız. Bu kuşağın temel kaygısı yalnızca “düşmemek” ve görünürde ayakta kalmaktır. Ancak şu soruyu sormadan edemeyiz: İnsan yalnızca ayakta kalmak için mi yaşar, yoksa hangi değer uğruna ayakta kaldığıyla mı anlam kazanır? Hacıyatmaz oyuncağını dik tutan içindeki ağırlıktır. Bugünün hacıyatmaz kuşağı için bu ağırlık, idealler değil; kariyer planları, çıkar hesapları ve fırsatçılıktır.
İdeallerin Yerine Maskeler
Geçmişte, düşünceleri uğruna bedel ödeyen bir gençlik vardı; hapse giren, sürgüne giden, toplumdan dışlanan… Bugünse farklı bir manzara var: “ayna benlik” ilkesini yaşam stratejisine dönüştürmüş bireyler. Karşısındaki kimse ne ise, onlar da anında onun kopyası oluyor. Lider dindarsa dindar, solcuyken solcu, sağcıyken sağcı. Bu çeşitlilik değil, kimliksizliktir. Maskeler öylesine ustalıkla takılıyor ki, çoğu yönetici bu yapaylığı fark edemiyor. Dahası, etrafında sürekli “evet efendim” diyenler varken, sahici bir duruşu aramak neredeyse imkânsız hâle geliyor.
Tek Kutsal: Koltuk
Bu kuşağın tek kutsalı vardır: koltuk. İdealler ya da inançlar değil, yükselmek ve oturulacak yer belirler hayatlarını. Masanın hangi tarafında oldukları değil, hangi koltuğa sahip oldukları önemlidir. O hâlde şu soruyu sormak gerekmez mi: Herkes yalnızca koltuğa odaklandığında, o koltuğun temsil ettiği değerleri kim savunacak?
Sahte Uyum, Gerçek Mutsuzluk
Dışarıdan bakıldığında kusursuz görünürler: Her ortama uyum sağlayan, sözleriyle, kıyafetleriyle dikkat çekmeyen… Ancak bu uyum, içsel bir boşluğu örter. Sahte tebessümlerin ardındaki mutsuzluk, gözlerdeki donuklukla açığa çıkar. Başkalarını kandırabilirler belki ama kendi vicdanlarının sessiz sorgulamasından kaçamazlar.
Yaygınlaşan Tehlike
Bu zihniyetin yaygınlaşması yalnızca siyaseti değil; akademiyi, iş dünyasını, hatta aile kurumunu dahi aşındırıyor. Menfaatin kutsallaştığı bir iklimde sadakatin, dürüstlüğün, sahiciliğin değeri nasıl korunabilir? Eğer değerler sistematik biçimde erirse, toplumsal dokunun gelecekte ayakta kalma ihtimali nedir?
Maskelerin Düşeceği Gün
Atalarımızın “Bi-taraf olan ber taraf olur” sözü, burada yeniden yankılanmalı. Hacıyatmaz kuşağı bugün belki göz kamaştırıyor, belki “makbul” görülüyor. Fakat tarih bize defalarca gösterdi: Samimiyetsizliğin hükmü uzun sürmez. Maskeler er ya da geç düşer. Her maske düştüğünde bu kişiler, matruşka bebekleri gibi biraz daha küçülür, sonunda önemsizleşir. Çıkar uğruna eğilip bükülenler, bir noktadan sonra öyle eğilir ki, artık doğrulma imkânlarını kaybederler.
O an geldiğinde, geriye kalan yüz açıktır: güvensizlik, köksüzlük, idealsizlik ve derin bir mutsuzluk.
Bir yanıt yazın