Korku Kültürü
Giriş: Bir Zihniyetin Anatomisi
Bazı anılar vardır ki toplumsal reflekslerin ne kadar derine işlediğini gözler önüne serer. Çocukluğumda yaşadığım bir olay buna çarpıcı bir örnektir: “Köyde yaz günlerinden birinde, jandarma arabası köy yolunda görününce Osman Amca aniden ot yığınının altına saklandı. Çocuk aklımla jandarmayla onun davranışını ilişkilendirmiş olmalıyım ki afacanlıkla, ‘Osman Amca burada!’ diye bağırdım. Neyse ki jandarmalar sesime gelmedi. Osman Amca saklandığı yerden çıkıp beni kovalamaya başladı. ‘Amca, suçun mu var? Neden jandarmadan saklanıyorsun?’ diye sorduğumda, ‘Ne suçu evlâdım? Jandarmadan herkes korkar. Seni alır götürür, döver… Köylü korkmaya alışıktır,’ dedi.”
Bu, sadece bir anı değil. Bu, bir zihniyetin izdüşümüdür.
Giyotin Korkusuyla Kodlanmış Toplum
Bir ülke düşünün… Daha doğar doğmaz bir bebeğe ezan okunur. Adı konur, kimliği yazılır. Ve o andan itibaren korku öğretilir. Masallar hayallerden değil, cezalardan beslenir. Okulda ödülden çok ceza anlatılır. Ailede sevgi kadar korku da daima vardır. Çünkü bu toplumda nesilden nesile aktarılan en büyük miras, korkudur.
“Doğdun, annenden babandan kork.
Okula gittin, öğretmenden kork.
Akranlarından geri kalırsan dışlanmaktan kork.
Askerde komutandan, iş yerinde müdürden kork.
Sokakta polisten, adliyede savcıdan kork.
Yaşlandığında ise, ‘Allah’tan kork, cehennemden kork’ diye öğütlenirsin.”
Bu korku zinciri, bir ideolojinin eseridir: “Korkmayan insan yönetilemez.” Bu anlayış, bireyi sorgulamaz hale getirir. Korkunun norm olduğu bir düzende her alan, birer baskı aracına dönüşür.
Hukuk: Adalet mi, Disiplin mi?
Hukuk, kağıt üzerinde hakların koruyucusudur. Ancak uygulamada, çoğu zaman devletin öfkesini temsil eden bir güce dönüşür. Polis kontrol noktalarında içi titreyen vatandaş, adliye koridorlarında sesi kısılan yurttaş gerçeğin tanığıdır.
Masum biri bile adliyeye girerken suçlu gibi hissederse, orada adalet değil, korku vardır. Polis gördüğünde kafasını annesinin eteğine gizleyen çocuk, o sistemin neye dayandığını anlatır. Hukukun varlığı yurttaşa güven vermiyorsa, mahkemeler adalet dağıtmaz; korku salar.
Pedagoji: Merak Öldürme Kurumu mu Olduk?
Okul, bir bireyin ilk sosyal laboratuvarıdır. Fakat merakın değil, itaati öğrettiği sürece, bilgi aktarımından çok korku inşa eder.
“Yüksek sesle düşünme!”, “Hatalıysan sus!” anlayışı, çocukların sorması gereken soruları boğar. Sınavdan değil, yanlış cevap vermekten korkan bir nesil yetiştirilir.
Sınavdan 90 alan ama neden 90 aldığını sorgulamayan öğrenci, bir süre sonra sistemin dişlisine dönüşür. Eleştirmez, sadece uygular. Eğitim bu haliyle bilgi değil, itaat üretir.
Din: Ahlak Değil, Baskı Aracı mı?
Din, vicdanı beslemeli, umut vermelidir. Fakat korkuya dayalı dini anlatı, inancın özünden uzaklaştırır.
Ceza korkusuyla namaz kılan, cehennemle korkutularak oruç tutan birey; Tanrı ile değil, korkusuyla ilişki kurar. “Sorgulama, günaha girersin” öğretisi, bireyi teslimiyete iter. Din, şefkatiyle değil, tehdidiyle konuşur hale gelir.
Oysa gerçek inanç sevgiyle büyür. Cennet umudu yerine cehennem tehdidi öne çıkarsa, bu dindarlık değil, korku siyasetidir.
Korkuya Dayalı Sistem: Hepimizi Gardiyana Çevirir
Böyle bir düzen, toplumun her bireyini birbirinin denetçisine dönüştürür.
- Yurttaşlar soru sormaz.
- Yöneticiler eleştirilmekten korkar.
- Öğretmenler sorgulanmaktan rahatsız olur.
- Din adamları dokunulmazlaşır.
Sonunda kimse nefes alamaz, herkes tüten bir korku sisteminin dişlisidir.
Çözüm Nerede?
Çözüm zihinsel bir devrimle başlar.
- Hukuk, korkutmaz; adaletin teminatı olur.
- Eğitim, ezberletmez; düşünmeyi teşvik eder.
- Din, baskılamaz; merhameti öne çıkarır.
Unutmayalım:
Korku bastırır. Güven inşa eder.
Toplum ancak güvenle büyür. Korkusuz bireyler, gerçek özgürlüğün taşıyıcılarıdır.
Bir yanıt yazın