Tanrı Tapu Verir mi?
İsrail’in Vaadedilmiş Topraklar İddiası Üzerinden Bir Gerçeklik Sorgusu
Mitoloji mi, Tarihsel Hak mı, Politik Meşrulaştırma Aracı mı?
“Tanrı bu toprakları bize verdi.”
Bu cümle, yalnızca bir inanç bildirimi midir, yoksa binlerce yıldır süren mülkiyet iddialarının ideolojik dayanağı mı? İsrail’in modern devlet inşasında ve Filistin toprakları üzerindeki iddialarında bu söylem ne ölçüde belirleyici olmuştur? Peki, bu retoriğin bedelini kimler ödedi?
Yahudilere vaadedilen topraklar düşüncesi, antik semavi metinlerin teolojik yorumlarından günümüzün diplomatik, hukuki ve askerî stratejilerine kadar uzanan çok katmanlı bir tartışmayı içerir. Günümüzde bu teolojik iddia, sadece metafizik bir vaatten ibaret olmayıp, İsrail’in genişleme politikaları ve yerleşim stratejileri açısından somut sonuçlar doğurabilen bir siyasal argümana dönüşmüştür.
Tevrat’tan Tel Aviv’e: Haritaları Kim Çiziyor?
Tevrat’ta Tanrı’nın Hz. İbrahim’e “Bu toprakları sana ve soyuna verdim: Nil’den Fırat’a kadar…” dediği aktarılır. Bu ifade, tarih boyunca sadece bir sembolik anlatı değil, İsrail’in bazı kesimlerinde hâlâ coğrafi ve siyasal bir hak iddiasının ilahi kaynağı olarak yorumlanmaktadır.
Nitekim bazı İsrailli liderlerin ve yerleşimci grupların söylemlerinde bu sınırlar hâlâ ima edilirken, Batı Şeria’daki yerleşim politikaları da bu inancın zemininde şekillenmektedir. Kudüs’ün “ebedi ve bölünmez başkent” ilanı da bu teolojik-politik birlikteliğin bir başka örneğidir.
Haritalarda Gizlenen Yeni Tehdit: Türkiye ve “Nil-Fırat” Söylemi
İsrail siyasetinde marjinal de olsa bazı ultra-milliyetçi figürler ve dinsel yorumcular, “Nil’den Fırat’a kadar” şeklinde tanımlanan vaadi genişleterek bugünkü Türkiye sınırlarının doğusunu da kapsayan bir tahayyül kuruyor. Bu yaklaşım, Mezopotamya coğrafyasını içine alan geniş bir “ilahi miras haritası” çizen görüşlerce besleniyor. Hatta kimi spekülatif haritalarda Van Gölü havzasına kadar uzanan alanlar “tarihsel vaat” sınırları içinde gösteriliyor.
Elbette bu iddialar resmi İsrail politikasıyla örtüşmüyor; fakat bu tür haritaların zaman zaman kamuoyunda dolaşıma sokulması, bölgesel aktörler nezdinde ciddi güvensizlikler yaratıyor. Türkiye’nin doğu bölgelerinin böyle bir teolojik-fantazmatik harita içinde anılması, tarihsel hassasiyetleri kaşımakla kalmıyor, aynı zamanda mevcut jeopolitik kırılganlıkları da istismar ediyor.
Kudüs: İnançların Kavşağı mı, İşgalin Gölgesi mi?
Kudüs; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsaldır. Ama günümüzde Kudüs, inançların değil, egemenliğin kavşağında yer almaktadır. İsrail, 1967’den beri işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs’ü tek taraflı olarak başkent ilan ederken, Filistinliler bu kenti gelecekteki devletlerinin başkenti olarak görmekte ısrar ediyor.
Burada mesele yalnızca ibadet özgürlüğü değil, uluslararası hukukun, BM kararlarının ve meşru bir paylaşım talebinin göz ardı edilmesidir.
Said’in Uyarısı: Sessizleştirilmiş Halklar Üzerinden Kurulan Anlatı
Siyonizm’in erken döneminde üretilen “Topraksız bir halkı, halksız bir toprağa yerleştirme” sloganı, işte bu noktada gerçekliğin çarpıtıldığı bir kırılma yaratmıştır. Edward Said’in dediği gibi, bu söylem “mevcut halkın yok sayılması” üzerine kuruludur. Filistinli Arapların binlerce yıllık varlığı görmezden gelinmiş, tarih boş bir levha gibi yeniden yazılmıştır.
1948: Birinin Mucizesi, Ötekinin Felaketi
İsrail Devleti’nin kuruluşu birçok Yahudi için Tevrat’ın vaadinin gerçekleşmesi olarak kutsanmıştır. Ancak aynı tarih, yüzbinlerce Filistinli için “Nakba” yani büyük felaket demektir. Deir Yasin Katliamı gibi olaylar, bu kutsal vaadin nasıl bir etnik boşaltma politikasına dönüştüğünün trajik örnekleridir.
Kutsal Metinle Harita Çizilir mi?
Seküler tarihçiler uyarıyor: Kutsal metinlerdeki vaadi, modern sınır çiziminde kullanmak, sadece dini bir referansa değil, siyasi bir tahakküm aracına dönüşebilir. Eğer Tanrı bu toprakları bir halka verdiyse, üzerinde yaşayan milyonlarca insanın akıbeti ne olacak?
Bugün Batı Şeria’da yerleşimci politikalarının genişletilmesi, Gazze’nin sistematik biçimde kuşatılması ve Kudüs’ün tek taraflı ilhakı, bu mitosun jeopolitik silah haline geldiğini göstermektedir.
Ortadoğu: Kutsal Söylemin Gölgesinde Bitmeyen Dram
Tanrı’nın vaat ettiği bir toprak neden hâlâ bu kadar kanlı? Oslo sürecinin başarısızlığı, iki devletli çözümün her geçen gün daha da imkânsızlaşması, bu mitin modern siyaseti nasıl ipotek altına aldığını gözler önüne seriyor.
Filistinlilerin yaşadığı dram; kamplarda geçen hayatlar, yıkılan evler, bölünen şehirler, geçiş izinleri, kontrol noktaları, tutsaklık duygusu… Bunların hepsi, Tanrı adına hareket edildiği iddiasıyla meşrulaştırılan politikaların doğrudan sonucudur.
Gerçek Kutsallık: Yaşam Hakkı mı, Tarihsel İddia mı?
İsrail’in kendisini “Tanrı’nın vaadini yerine getiren halk” olarak tanımlaması, diğer halkların haklarını görmezden gelmesine gerekçe olamaz. Tevrat bir inanç metni olabilir, ama uluslararası hukuk kutsal kitaplardan değil, insan haklarından beslenir.
Vaadedilmiş topraklar bir halk için aidiyet yaratabilir; ancak bu aidiyet başka halkların varlığını inkâr edemez.
Son Söz Yerine
Topraklar kutsal olabilir. Ama insan hayatı daha kutsaldır.
Hiçbir kutsal metin, masum bir çocuğun öldürülmesine cevaz vermez.
Bir yanıt yazın