Büyük Selçuklu Devleti ile Hasan Sabbah Arasındaki Fatal İhtilaflar

Büyük Selçuklu Devleti ile Hasan Sabbah Arasındaki Fatal İhtilaflar

Cumartesi, 03 Şubat 2024 00:14 Prof. Dr. İlhan Yıldız İzlenimler: 100

İnsanlık tarihine baktığımızda medeniyetlerin ortaya çıkmasında, gelişmesinde ve yükselmesinde din olgusu son derece önemli olmuştur. İnsanlık tarihi ile birlikte ortaya çıkan din olgusu toplumların yapısında psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik değişiklikler yapmıştır. Toplumlar üzerinde çoğunlukla olumlu ve yapıcı etki yapmasına rağmen din bazen de ihtilafların, tartışmaların ve hatta savaşların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nitekim hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık tarihi yüzlerce yıl süren çok trajik savaşlara şahitlik etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamber olarak gönderildiği son din olan İslamiyet kısa zamanda birçok insanı aynı ülkü etrafında toplamıştır. İslamiyet sadece din ve ahlak değil aynı zamanda sosyal, siyasal ve ekonomik alanda da topluma bir takım çözümler önermiştir. Ortadoğu başta olmak üzere İslamiyet Asya’nın en uzak noktalarına ve Avrupa’ya yayılmıştır. Yaşadığı dönemde İslam toplumunda ortaya çıkan problemlere bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çözüm getirmiştir. Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefatından sonra birçok ihtilafın yanı sıra devlet başkanının seçilmesi konusunda da anlaşmazlık ve çatışmalar çıkmıştır.

Bâtınilerin Büyük Selçuklu Devletinde sebep oldukları kargaşa ve çatışmaları iyi anlayabilmek için İslam dünyasında ortaya çıkan ihtilafların kısaca gözden geçirilmesi gerekmektedir. Büyük Selçuklu Devleti İslam dünyasının en güçlü devleti olarak Haçlılar ve Moğollara karşı savaşırken, Bâtıniler devleti arkasından vurmuş, devleti bölmeye ve yıkmaya çalışmış, hatta kendilerine ait bir kale devleti kurmuştur. Hasan Sabbah, sadece Büyük Selçuklu Devleti ile uğraşmış, Müslüman kanı dökmüş, ecnebilerle anlaşmalar yapmış ve onlarla ittifaklar kurmuştur. İlk başlarda fazla önemsenmeyen ve zamanı gelince kolaylıkla çözülebilecek bir sorun olarak görülen Bâtınilik oluşumu zamanla Büyük Selçuklu Devletinin başının belası olmuştur. Hasan Sabbah ve Bâtınilik kanserli hücre gibi devletin içinde büyümüş ve yayılmış, önemsenmediği ve müdahalede geç kalındığı için bu tümör devletin yıkılmasına neden olmuştur.  Bu dönemde Bâtınilik gibi köklerini dayandırdığı İsmaili devletlerden farklı olarak Sünni bir devlet içinde onların birlik ve bütünlüğünü bozarak, ecnebiler karşısında zaafa uğramalarını ve yenilgiye uğramalarını sağlamıştır. Bununla da yetinmeyerek sadece kendi devletlerini kurmak ve büyütmek için Selçuklu devletinin yıkılmasını sağlamışlardır. Hatta daha sağlıklı araştırmalar yapıldığında Bâtıniliğin Büyük Selçuklu Devletinden daha çok İslam ile mücadele ettiği görülecektir.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, özellikle Kerbela hadisesinden sonra İslam dünyası ihtilaf, anlaşmazlık ve nihayet savaşa kadar uzanan bir dizi sorun yaşamıştır. Bu sorunlar İslam coğrafyasının Sünni ve Şii olmak üzere ikiye ayrıldığını söyleyebiliriz. Ancak müsteşriklerin dediği gibi bu bölünme karpuz gibi ikiye bölünme değildir. Zira iki kesim eşit bir şekilde bölünmemiştir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse İslam dünyasından çok küçük bir bölüm Şia adıyla ayrılmıştır. Ancak Şia ile Bâtıniliğin bir ve aynı olduğunu düşünmemek gerekir. Fatımilik, Karamatilik vb. gibi Şii toplumların yapılarına baktığımız zaman Bâtıniliğin bunlarla da ortak özelliklerinin çok fazla olmadığı görünmektedir. Özellikle Fatımiler, Sünnilerin halifesine karşılık kendi halifelerini atayarak İslam dünyasında hâkimiyet kurmaya çalışmışlardır. Kuzey Afrika’da yayılan Fatımi devleti Şiiliğin en büyük temsilcisi konumuna yükselmiştir. İrili ufaklı birçok anlaşmazlık ve çatışma yaşadıkları Sünni devletleri öncelikle düşman olarak görmüşlerdir. Büyük bir dai teşkilatı kuran Fatımiler, özellikle Sünni devletlerde yaşayan Sünnileri kendilerine hedef olarak seçmişlerdir. Devlet destekli bir örgüt olan dai teşkilatının ecnebiler arasında İslam’ı yaymayı amaçladıklarına dair bir bilgiye sahip değiliz.

Bâtınilik, ilk başlarda Fatımi halifesine bağlıymış gibi gözükse de, Hasan Sabbah Horasan bölgesinde kendi mezhebini ve kendi devletini kurmayı amaçladığı için onların politikalarına hiçbir zaman bağlı olmamıştır. Hasan Sabbah, Alamut kalesini eline geçirir geçirmez Fatımi devleti ile bağlarını kopararak kendi kural ve kanunlarını belirlemişlerdir. Hasan Sabbah’ın

“davetül cedide/yeni davet” olarak tanımladığı bu davet anlayışı Bâtınilere ait özgün özellikler taşımaktadır. Örneğin Fatımi Şiiliğinde bulunmayan fedai oluşumunu Nizari İsmaililiği olarak kendilerini tanımlayan batınilerde görmekteyiz. Bununla da yetinmeyerek itikadi ve ameli konularda da hem Sünni İslam’ından hem de Fatımi Şiiliğinden farklılık birçok noktada arz etmektedir. Kale devleti olarak kurulan ve Büyük Selçuklu devleti tarafından bir türlü yıkılamayan Hasan Sabbah’ın devleti

ancak Moğollar tarafından yıkılmıştır. Büyük Selçuklu devleti huzur ve asayişi bozmadıkları sürece dini mezhep ve tarikatlara müdahale etmemiş onların inanç hürriyetini sınırsızca yaşamasına izin vermiştir. Ne yazık ki Bâtıniler bu hürriyeti sonuna kadar kullanmışlardır. Bununla da yetinmeyerek genellikle yumuşaklıkla, eğer olmazsa tehditle, şantajla ve hatta anarşi ve terör örgütlerinin kullandığı yol ve yöntemlerle hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Bu durumu önce fark etmeyen Büyük Selçuklu devleti daha sonra Müslüman kanı dökmemek için karşılıklı konuşma ve görüşmelerle çözmeye çalışmışlardır. Ancak Bâtıniler sultan, vezir, âlim vs. ayırımı yapmadan Selçuklu sınırları içinde pusu ve kumpaslar kurarak, suikastlar düzenleyerek gerçek yüzlerini ortaya koyunca Devlet buna şiddet kullanarak karşılık vermeye çalışmış ancak gizlice devletin bütün kurumlarına sirayet etmiş Bâtınilerin olmasından dolayı başarılı olamamışlardır.

Bâtıniliğin belki de ne önemli özelliği ismi ile müsemma diyebileceğimiz gizemciliği en önemli enstromanı olarak görmelerdir. Yahudilik, Hristiyanlık ve son olarak Müslümanlık dininde gizli davet dediğimiz bir dönemin olduğunu bilmekteyiz. Ancak bunlar belli bir zaman sonra açık davet dönemine geçmişler ve zorunlu olmadıkça gizliliği önermemişlerdir. Ancak Bâtınilik nerdeyse gizemi sebeb-i vücudu olarak görmüş, kendi mensuplarından bile birçok şeyi gizlemiştir. Bu gizliliği o kadar abartmışlardır ki batıniliğe gizemcilik/gnostizm diyebiliriz. Nitekim Bâtınilik hakkında çok az şey bilindiği için farklı kişi ve kurumlarca bu yapı farklı isimler almışlardır. Örneğin, Batılı araştırmacılar Accini, Arsasini, Assai, Assasinni, Asessini, Hesesini, Heyssesini, Hashishin vb. gibi isimleri telaffuz ederken; Müslüman baraştırmacılar Mülhitler, Zındıklar, Talimiye, Bâtınîye, Fedâîyi, Râfızi v.b. gibi isimleri kullanmışlardır. Nitekim Hasan Sabbah’ın kurmuş olduğu kale devleti de farklı farklı sıfatlarla anılmıştır. Alamut kalesindeki yapılanma, bazılarına göre devlet, bazılarına göre ise teşkilat, örgüt ve hatta terör örgütü olarak adlandırılmıştır. İşin doğrusu Sünniler için devletin içinde ayrı bir devlet olarak kurulduğu için ve Müslüman kanı döktükleri için bir terör örgütü olarak görürken; Şiiler her inanç grubunun propaganda hürriyeti olduğunu savunarak bunların büyüyerek devlet olma arzusunun son derece normal olduğunu savunarak bu yapıya meşruiyet kazandırmaya çalışmışlardır.

Not: Bu yazı makale, köşe yazısı vs. gibi akademik bir yazı değildir. Sadece ders notu olarak kullanılmaktadır.

Son Güncelleme: Cumartesi, 03 Şubat 2024 00:58

Share this post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir