Cennet Vaadiyle Hançer, Cihat Sloganıyla Kurşun

Cennet Vaadiyle Hançer, Cihat Sloganıyla Kurşun

Birisi 11. yüzyılda yaşandı, diğeri 21. yüzyılda. Ama senaryo aynıydı. Sadece hançer yerini Glock’a, Alamut Kalesi yerini Ankara sanat galerisine bıraktı.

Tarih: 1092. Selçuklu’nun kudretli veziri Nizamülmülk, derviş kılığında yaklaşan biri tarafından hançerlenerek öldürüldü. Suikastçı ne kaçtı ne de korktu. “Bu eylem Allah’ın talebiydi!” diye bağırdı. Adı Tahir’di. Hasan Sabbah’ın “fedaisi”ydi. Onun için bu suikast bir günah değil, bir ibadet, bir cennet biletiydi.

Tarih: 2016. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, kamusal alanda, bir sanat galerisinde konuşma yaparken sırtından vuruldu. Katil polis memuruydu. Mevlüt Mert Altıntaş. O da bağırdı: “Allahu Ekber! Halep’i unutmayın, Suriye’yi unutmayın!” Teslim olmadı. Ölümüne direndi. Çünkü o da ölüme hazırlıklıydı. Tıpkı bin yıl önceki fedailer gibi…

Asırlar geçti, ama Haşhaşîlerin yöntemi, dili ve hedefi değişmedi. Sadece teknolojileri güncellendi. “Cennet”, artık bahçelerde hurilerle değil, Youtube marşları ve Telegram gruplarında vaad ediliyor.


Hasan Sabbah’ın fedaileri, haşhaşla uyutulur, sahte bir cennet bahçesine götürülür, hurilerle ve ihtişamla karşılanırdı. Uyandıklarında “az önce gördüğün cennete kavuşmak istiyorsan bu görevi tamamla” denirdi. Ve o görev bir suikasttı. Fedai, öldürmek için değil, ölmek için yola çıkardı. Çünkü bu onun için bir görev değil, bir yükselişti.

Bin yıl sonra Mevlüt Altıntaş’a ne vaat edildi? Huriler mi? Hayır. Belki de sadece şehadet. Belki de sadece internetin karanlık köşelerinde, boğazı kesilen çocukların görüntüleri eşliğinde büyütülen bir öfke. Belki de sadece bir slogan: “Yaşadıkça cihat etmek üzere Muhammed’e biat ettik.”

Karlov’un sırtına sıkılan o kurşun, sadece bir diplomatın değil, aklın, sükûnetin ve diplomasinin göğsüne saplandı. Aynı şekilde, Nizamülmülk’ün hançerlenmesi de sadece bir vezirin değil, siyasal aklın, merkezî otoritenin ve düzenin hançerlenmesiydi.


İki katilin ortak özelliği: Fanatik sadakat. İki örgütün ortak stratejisi: İnancı silaha dönüştürmek. İki çağın ortak trajedisi: Bireyi öldüren bir dava tasavvuru.

Hasan Sabbah fedailerine hayal sattı. Alamut’ta cennet kurduğunu iddia etti. Mevlüt’e de birileri cenneti göstermekle yetinmedi; “dünyayı cehenneme çevir, sonra cennete git” dedi. Karlov’un kurşunu tek kişilikti ama mesajı çok merkezliydi: Moskova’ya, Ankara’ya, Halep’e, Şam’a, belki de Washington’a…

Bugünün Haşhaşîleri artık elbise değil, üniforma giyiyor. Artık sıradağların kalelerinde değil, emniyet teşkilatlarının içinde büyüyor. Artık huriler değil, Twitter hesapları motive ediyor. Ama görev değişmedi: “Öldür ve öl.”


Burada mesele bir suikast değil. Mesele bir “ölüm kültü”nün nasıl hâlâ diri kaldığı. Mesele, kutsalın nasıl kılıçlaştırıldığı. Bir cemaat liderinin sözüyle hançer sallayan fedai ile, bir vaizin gölgesinde büyüyen polis memuru arasında neredeyse hiç fark yok.

Tarih boyunca fanatizm hep aynı sahneyi kurdu:
Bir lider, bir söz, bir düşman ve bir kurban.
Sadece perdesi değişti. Ama dekor aynı kaldı.

Ve biz, her defasında aynı oyunu yeniymiş gibi izlemeye devam ediyoruz.

Peki ya siz?
Aynı oyuna bir kez daha bilet alacak mısınız?

Share this post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir