Takiyye, Zalimin Silahı mı, yoksa Mazlumun Kalkanı mı?

Takiyye, Zalimin Silahı mı, yoksa Mazlumun Kalkanı mı?

Bin Yıllık Bir Maskenin Hikâyesi

Bir adam düşünün… Camiye gidiyor, beş vakit namaz kılıyor, hutbede Sünnî halifenin adını duyunca başını eğiyor. Fakat gece olup kapısını kapattığında, ailesiyle birlikte gizlice Şiî duası okuyor. Çocuklarına, “Gündüz Sünnî gibi davran, ama kalbinde Ali’yi unutma” diyor. Bir yandan yaşadığı toplumun dinine uyum sağlıyor; diğer yandan inancını korumaya çalışıyor.

Bu adamın yaptığına, İslâm tarihinde “takiyye” deniyor: İnancını, canını ya da cemaatini korumak için kendini gizlemek. Peki ama bu eylem, bir ahlak ihlali mi, yoksa varoluşsal bir strateji mi?

Kur’an’da Takiyye Var mı?

İslâm’ın kutsal kitabı olan Kur’an’da “takiyye” kelimesi geçmez ama onun ruhunu taşıyan ayetler vardır. Mesela Nahl Suresi 106. ayet: “Kalbi imanla dolu olduğu halde inkâra zorlananlar hariç…” Veya Âl-i İmran 28: “Müminler, kâfirleri dost edinmesin. Ancak onlardan sakınmak için (gizlenerek) olabilir.”

İşte bu ayetler, Şiî geleneğin takiyyeyi bir inanç ilkesi haline getirmesine zemin hazırlamış. Şiîlere göre takiyye “imanın dokuzda sekizi”dir. Sünnîlere göre ise, sadece ölüm tehdidi altındaysan başvurulacak bir ruhsattır.

Ama mesele sadece can korkusu mu? Ya iktidar arzusuysa?

Hasan Sabbah’ın Maskesi: Alamut’un Gölgesinde Takiyye

12. yüzyılda Hasan Sabbah adlı bir adam, İran’da Alamut Kalesi’ne yerleşti. “Haşhaşîler” diye anılan fedaileriyle, bir dinî tarikat değil, adeta bir istihbarat örgütü kurdu. İsmâilî mezhebinden gelen bu Batınî topluluk, inançlarını korumak için kendilerini gizlemek zorundaydı. Ama zamanla bu gizlenme, bir politik taktiğe dönüştü.

Hasan Sabbah’ın müritleri, düşmanlarının yanına kılık değiştirerek sızdı. Yıllarca onların hizmetinde çalışıp bir sabah gözlerini bıçakla açtılar. Meşhur vezir Nizâmülmülk’ün suikastı, işte böyle bir takiyyenin eseriydi.

Takiyye burada sadece bir “saklanma” değil, sızma ve vurma stratejisine dönüşmüştü.

Nizâmülmülk Ne Gördü?

Selçuklu veziri Nizâmülmülk, Siyasetname adlı kitabında Batınîleri “devletin içindeki gizli ur” olarak tanımlar. Ona göre bu gruplar sadece mezhebi farklılıklarıyla değil, yöntemleriyle de tehlikeliydi: “Gerçek yüzlerini saklayarak halkı kandırıyorlar… Onlara devlet kademelerine sızmaları için yol açma!”

Bir başka deyişle, Nizâmülmülk’ün gözünde takiyye, yalnızca bireysel inanç koruması değil, devlet düzenine kasteden bir kılıftı. Bu yüzden istihbarat ağları kurdu, Nizâmiye medreseleriyle fikrî mücadele yürüttü.

Ama ironiye bakın: O da kendi istihbaratçılarını takiyye ile Batınîlerin içine sızdırdı.

Humeyni Ne Dedi? Paris’te Ne Yaptı, Tahran’da Ne Kurdu?

Takiyyenin modern tarihine gelelim. 1979’daki İran Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni, sürgündeyken Avrupa basınına, “Din adamları siyasete karışmayacak” dedi. Devrimden sonra ise, velayet-i fakih kuralını getirip tüm yetkileri kendi elinde topladı. Gazeteciler, “Ama siz Paris’te böyle dememiştiniz” deyince cevabı çarpıcıydı: “O zaman takiyye gerekiyordu.”

Humeyni, takiyyeyi yeniden tanımladı: “Bazen haramdır, bazen farzdır.” Yani bazen yalan bile söylemek dinî görev olabilir.

Yine Humeyni sünnilerle yaşarken abdesti onlar gibi alın diyerek farklı bir takiyye açılımı yapmıştı.

Bugün İran’ın bölgesel politikaları –Hizbullah’ın çift kimliği, Suriye’deki vekâlet savaşları, nükleer pazarlıklar– çoğu analiste göre “takiyye siyaseti” ile yürütülüyor. Kimi buna “stratejik sabır” diyor, kimi ise “güvenilmezliğin resmi dini”.

Modern Çağda Takiyye: Casuslukla Arasında İnce Bir Hat Var mı?

CIA ajanı hedef ülkeye girer, sahte kimlikle yıllarca yaşar. İnançlarını, niyetlerini, geçmişini gizler. “Uyuyan hücre” olur. Bazen bir düğmeye basar, aniden aktif hale gelir.

FETÖ’nün adamları gerçekten farklı mıydı?

Peki ya günümüzdeki modern “sızma” örgütleri? Örneğin, FETÖ yıllarca kendini gizleyerek orduya, yargıya ve devlete nasıl sızdı? 15 Temmuz gecesi bir maskenin düştüğüne hep birlikte tanıklık etmedik mi? Yıllarca barış ve kardeşlik söylemleriyle toplumda yer edinen “sevgi pıtırcıkları”, ellerine geçirdikleri silahlarla nasıl oldu da Müslümanlara ateş açtı? Kırk yıllık kin, intikam ve düşmanlık duygusu bir gecede nasıl gün yüzüne çıktı?

Bugün de takiyye var. Sadece adı değişti: “diplomasi”, “stratejik iletişim” ya da “güvenlik politikası.”

Peki Ya Ahlak?

Burada asıl soru şu: Takiyye, bir hayatta kalma sanatı mı, yoksa aldatmacanın teolojik ambalajı mı?

Şiî âlimler diyor ki: “Münafık inanmadığı halde inanmış görünür; takiyye yapan ise inandığı halde gizlenir. Niyetler farklıdır.” Öte yandan eleştirmenler soruyor: “Eğer inanç, gerektiğinde yalan söylemeyi meşrulaştırıyorsa, bu inançla nasıl güven kurulabilir?”

Alevîler ise diyor ki: “Takiyye, baskının ürünüdür. Ama özgürlük ortamında artık gerek yok.” Laik yorumcular ise takiyyeyi, siyasal İslam’ın sinsiliği olarak okuyor: “Bugün demokrasi, yarın şeriat. Dün Batı’ya gülümse, yarın düşman ilan et.”

Kimi takiyyeye mazlumun kalkanı, kimi zalimlerin zırhı diyor.

Son Söz: Takiye Hâlâ Hayatta mı?

Bugün sosyal medya çağında kimliğimizi gizleyebiliyor muyuz? Gerçekten kim olduğumuzu, neye inandığımızı söylemek cesaret mi istiyor hâlâ?

Belki de takiyye, sadece Şiî mezheplerin değil, hepimizin uyguladığı bir “günlük savunma pratiği”dir. İşyerinde patrona, mahallede komşuya, Twitter’da trollere karşı… “Aslında ne düşündüğümüzü” gizlemek için.

Soruyu size bırakayım:

Gerçekten kendiniz misiniz? Yoksa siz de biraz takiyye yapıyor musunuz?

Share this post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir